İÇ HUZUR'un sırrı belki de bu yazımda gizlidir ;-)
Sizinle yeni yazmaya başladığım kitabımdan bir alıntı paylaşmak istiyorum. Lütfen öyküleri sırası ile okuyun ve sonrasındaki küçük çalışmayı yapın. Umarım beğenirsiniz.
Öykü 1:
“Karnını tıka basa doyurduktan sonra eve dönme zamanı idi. Yedikleri sabaha kadar idare ederdi. Akşam karanlığı bozkıra inmişti. Kar bahar ayına girilmesine rağmen hala tam olarak kalkmamıştı. Yer yer fışıran yeşillikler ve toprak benek benek boyamıştı beyaz düzlüğü. Havanın henüz kararmasıyla daha da soğuyan karanlığın içinde, küçücük elmaslar gibi pırıl pırıl parlayan kar nerdeyse çok güzeldi. Hep annesinin yanında yürürdü. Ama bu kez biraz daha geriden iziliyordu annesini. Çünkü bugün kendine güveni daha çok gelmişti. Belki de boynuna asılan mavi bir nazar boncuğu da onu etkileşmişti. Ama bacakları kesin daha güçlüydü. Arkadaşları ile oynarken azıcık daha uzağa gitmişlerdi bugün. Kendine güveni her geçen gün daha da artıyordu. Hatta her zaman etrafında daireler çizdikleri büyük kayanın üzerine bile çıkmıştı. Tabiki annesinin kızgın bakışları ile kısa sürmüştü. Ama artık eve gitme zamanı idi. Bir kaç adım atıp hızlanarak annesine yetişti. Tam annesinin arkasına gelmişti ki o anda yüksek bağrışmalarla irkildi: Meeeeeeee meeeeee! Arada bir de karabaşın havlamalarını duyuyordu. İlk defa bu kadar hırıltılı havlıyordu karabaş. Ve sürü ilk defa bu denli yüksek sesle bağırıyordu ki bir aydır sürüdeydi. Bunlar alışık olduğu sesler değildi. Tüm sürü çığlık çığlığa bağırırken hepsi kaçmaya başladı. Hırıltılar ve melemeler çoğaldı. Ne olduğunu anlamamıştı. Annesi ile göz göz geldi. Sonra annesi de beni takip et der gibi fırladı. Annesi ile tüm sürü kaçışmaya başladı. Bir sağa bir sola. O da annesinin peşinden koşmalıydı ama donup kalmıştı. Haraket edemedi. Annesi aniden neden böyle koşmaya başlamıştı, neden tüm sürü onu yanlız bırakıyordu? Tam şoku atlatacakken birden arkasından yaklaşan bir hırıltı duydu. İçinde birşey arkaya bakmasını söylüyordu. Bacakları titredi. Ama hareket edemiyordu. Herşey çok ani oluyordu. Çok hızlı. Aklı almıyordu. Hırıltının şiddeti hızla yükseldi ve hızla yaklaştı. Tam arkasına dönecekken ensesinde önce bir sıcaklık, sonra bir dokunuş hissetti. Birşey boynunu sıkmaya başlamıştı. Kalbi hızla çarpıyordu. Ayakları aniden yerden kesilmişti, o ensesinden sıkan şey o kadar güçlüydi ki kurtulmaya çalışsa da etki etmiyordu. Git gide boynunu sıkan şey nefes almasını engellemeye başlamıştı. Tam o sırada hızla yaklaşan başka bir karaltı gördü. Bir çift göz karanlıkta parlayarak ona doğru geliyordu. Bu tanıdık bir silüetti. Karabaş! O kadar hızlı geliyordu ki arkasındaki şeye büyük bir darbe ile çarptı. Havada taklalar attı. Artık ensesindeki baskı yok olmuştu. Yere düşmüştü. Ama bu kez ensesinde sıcak akışkan bir duyum hissetti. Biraz da acı vardı. Kalbi duracakmış gibi korkuyla atıyordu. Yerde yatarken hızla ayağa kalktı ve karanlıkta sağa sola bakmaya başladı annesini aradı. Meeee diye bağırdı. Annesi yoktu. Zifiri karanlıkta hemen birkaç metre ötede iki karaltı karların içinde üst üste boğuşuyordu. Karabaşın boğuştuğu şey aslında karabaşa çok benziyordu. Neredeyse karabaş kadar iriydi. Karabaşa benziyordu ama farklıydı. Karabaşı hep sakin ve uysal bilirdi ama ilk kez ne olduğunu bile anlayamadığı bir halde gördü onu. Ezilen karların seslerini duydu diğer yönde. Başını çevirdiğinde karanlığın içinden gelen başka bir silüet gördü. Anne dedi içinden. Gülümsedi. Onu almaya gelmişti. Ama dizleri bacakları titriyordu hala. Bir iki adım attı ona yaklaşan karaltıya doğru. Karanlığın içindeki silüettte bir çift göz gördü. Kocamandı. Kıpkırmızı parlıyordu. İşte o anda gitgide yaklaşan kızıl gözlerle birlikte bir hırıltının sıcak nefesini yüzünde hissettiği anda boğazından kavrayan mengene gibi bir çift çene onu tekrar havaya kaldırdı. Artık nefesi tamamen kesilmişti. Bu güçlü çenenin sahibi hızla koşarken her adımda o da sarsılıyordu. Gözleri bulanıklaşmaya başladı. Ensesindeki acı hemen hemen yok olmuştu. Tüm bedeni kotrolsüz bir şekilde titriyordu ama sanki gitgide uyuşmaya başlıyordu. Sol gözüyle gökyüzüne sağ gözüyle karlı toprağa bakıyordu. Gökyüzündeki yıldızların parlaklığı gitgide solmaya başlamıştı. Hala ne olduğunu anlayamamıştı. Annesini düşündü. Yıldızlara bakarken annesinin kapkara gözlerindeki ışıkları gördü. Yavaşça içinden birşeyler çekiliyordu. Ve o çekilen şey daha da uçarmışçasına tüm bedenini bir tüy kadar hafifletirken o anda annesinin gözleriyle beraber tüm yıldızlarda yok oldu.”
İlk öyküden sonra, diğer öyküye geçmeden şu soruları yanıtlayın.
Kurttan nefret ettiniz mi?
Anne kuzudan peki?
Karabaş hakkında ne düşündünüz?
Peki küçük kuzunun yerinde mi yoksa kurtun yerinde mi olmak isterdiniz?
Şimdi diğer öyküye geçebiliriz...
Öykü 2:
“Çok halsizdi. Üşüyordu. Akşam karanlığı bozkıra inmişti. Kar bahar ayına girilmesine rağmen hala tam olarak kalkmamıştı. Yer yer fışıran yeşillikler ve toprak benek benek boyamıştı beyaz düzlüğü. Havanın henüz kararmasıyla daha da soğuyan karanlığın içinde, küçücük elmaslar gibi pırıl pırıl parlayan kar nerdeyse çok güzeldi. Toprak altı sıcaktı ama delikten içeri giren soğuk hava artık onu üşütmeye başlamıştı. 6 gündür karnına tek lokma girmemişti. Üç kardeşi de hareketsiz yatıyordu yanında. Bu sabah yanlarına gidip dokunmuştu ama hiçbiri tepki vermemişlerdi. Karnı çok açtı. Annesinin sütü de kesilmişti artık. Doğalı henüz 1 ay olmuştu. Kıtlık yüzünden cılız olmasına rağmen kardeşleri arasında en irisi oydu. Kovuğundan sadece 1 kez dışarı çıkmaya çalışmıştı. Ama Annesi onu zorla içeri sokmuştu. Babası avcılar tarafından öldürülmüştü. Artık dayanamayacaktı. Annesi 2 gündür yuvaya gelmemişti. Yuvada garip bir koku vardı. Koku hareketsiz kardeşlerinden geliyordu. İçgüdüleri ona dışarı çıkmasını söylüyordu. Bir güç ona çık dedi tekrar. Yuva zifiri karanlıktı. Karanlıktan gelen belli belirsiz ışığa doğru kararlı bir merakla baktı. Önce sürünerek ilerledi, sonra ayaklarının üzerine kalkmayı denedi. Zordu ama yaptı. Her adımda ışığa doğru yaklaştı. Ama sanki tüm bedeni parça parça olmuş gibiydi; kontrol edemiyordu. Enerjisi tükenmişti. Yürümek çok zordu. Biraz daha gayret etti. Bir iki adım daha. Ama çok zorlanıyordu. Yere yığıldı. Derin bir nefes aldı. Yanlızdı. Yuvanın girişinden gelen temiz soğuk hava bıyıklarını titretti. Temiz havanın ıslak burnuna teması ile derin bir nefes daha aldı ve ciğerlerini oksijenle doldurdu. Tüm hücreleri kendine gelmişti sanki. Bir ikinci hava için derin nefes aldığında yuvanın derinlerinden gelen havanın tahammül edilemez kokusunun karışması ile tiksindi. Bu onu tekrar harekete geçirdi. Sanki yeni bir güç gelmişti. Tekrar ayağa kalktı ve bu kez adımlarını daha hızlı atarak yuvanın girişine kadar geldi. Buz gibi hava tüm yüzünü okşadı. Ayılmıştı. Üzerindeki ağırlık gitmişti. Ama bu kez tit tir titremeye başlamıştı. Üşüyordu. Yeni çıkan postu onu bir yere kadar sıcak tutuyordu ama bedeninde hemen hemen hiç yağ kalmamıştı. Yuvadan içeri giren temiz havayla yetinmeye karar verdi. Girişte iki ön ayağının üzerine uzandı. İçinde bir umutsuzluk hissetti. Elinde olmadan annesi dönünceye kadar beklemekten başka çare yoktu. Gözlerini zor açık tutuyordu. Sanki eğer kapatırsa bir daha açamayacak gibi hissediyordu. Annesini göremeyecek miydi bir daha? Çelik gibi soğuk hava burnunu çoktan buz gibi yapmıştı. Annesinin sıcaklığını hayal etti. Onun kalın kürküne yumularak geçirdiği anları düşündü. Bu onu daha da ürpertti. Sanki artık bir daha olmayacakmış gibi hissetti. Açtı. Günlerdir. Suzuzdu. Artık takatı kalmamıştı. Bedeni uyuşmuş gibiydi. Gözlerini açık tutamıyordu. Başını kaldıramıyordu. Herşey; sesler ve kokular yavaşça bir sis gibi dağılıp gidiyordu sanki. Bedeni hafiflemeye başlamıştı. Yuvanın ağzındaki delikten sızan ışık hüzmesi yüzünü aydınlatıyor olmasına rağmen artık göremiyordu. Gözlerini kapattı. Derin bir sessilik çöktü. Karanlık. Tam o anda dışarıdan gelen ayak sesleri ile irkildi, gözlerini tekrar açtı. Son bir dirayetle dışarı kafasını uzattı. Bir kez daha ayılttı keskin soğuk onu. Tipi vardı. Rüzgarla birlikte yağan kar kulaklarına doluyordu. Rüya ile uyanıklık arasındaki bir duyguyla karanlıkta hayal meyal bir silüet gördü. Annesi. Ama bir iki saniye sonra görüntü yok oldu. Hayal miydi? Başı tam son kez kalkmamak üzere düşecekti ki karanlığın içinde tekrar annesini gördü. Ağzında boynunda nazar boncuğu sallanan beyaz bir şey taşıyordu. Kokusunu hemen aldı. En sevdiği yiyecek. Midesi guruldadı. Anladı ki sonu kardeşleri gibi olmayacaktı. Tekrar uyanan yaşam umudu gözlerinde yeniden belirdi ve gözleri gökyüzündeki yıldızları tekrar yansıtmaya başladı”
İkinci öyküden sonra şimdi de şu soruları yanıtlayın.
Anne kurttan nefret ettiniz mi?
Anne kuzudan peki?
Karabaş?
Yavru kuzu hakkında şimdi ne düşünüyorsunuz?
Peki küçük kuzunun yerinde mi yoksa yavru kurdun yerinde mi olmak isterdiniz?
Sevgi ile nefret arasındaki çizgi bu kadar incedir: Nefret ettiğini bir gün gelir seversin, sevdiğini de bi gün gelir sevmez nefret edersin. İçsel huzur, kuzuyla beraber kurdu da “sev”ebilme yetisinde gizlidir. Bunu da ancak onların gözünden dünyayı görürsen başarırsın.
Lütfen paylaşmak veya yorum yapmaktan çekinmeyin. Sevgiler.
Richard Bandler Sertifikalı NLP Uzmanı
İlgili NLP çalışmalarım için tıklayın:
Comments